Pazartesi günüydü, bir zamandır kapımı çalmayan nahoş misafirim ansızın çıka geldi evime (bedenime): sol diz ağrım. En azından bu kadar şiddetli bir şekilde uzun zamandır deneyimlemiyordum kendisini, gün içinde arka fonda bazen sızı ile, bazen zorlanmayla ufak "ben buradayım"ları oluyordu kendisinin sağolsun. Ama Pazartesi günü ne olduysa, seneler öncesindeki şiddeti benzerinde çaldı kapımı. Yürüyemeyen, adım atamayan o anki ben, hızla geçmiş anıları ve algısını çağırdı geriden; zorlanmalar, "muhtaç"lık olarak algıladıkları, desteksiz alet edavatsız yürüyememe, tüm o zorlanma halleri, beraberinde gelen gelecek kaygıları, cerrahi işlem mi olacak, ya bu seferki daha kötüyse, ya geçmez ise, ya spor yapamazsam (şu an yazarken gülüyorum)... Derken gözlerimden acı ile akanları tutamayan şimdiki ben... Zihin tam da böyledir işte, bu anda deneyimlediğimiz acı, zihnimizi hızla tetikler ve klasörleri tarar benzer acıları ne zaman yaşadım nasıl yaşadım diye, sonra geçmişten pıt diye çıkarıverir benzer deneyim plağını ve onu çalmaya başlar zihinde... O gün de o dalga beni bir vurdu, salladı, bu yukarda bahsettiklerimi ilk fark ettiğim an durdum... Zihnimi sakinleştirmeliydim önce... Bedenimi korumalıydım, önlemlerimi aldım. Zaten geçmişten de bildiğim, tanıdığım önlemler... neden bunu yazıyorum? çünkü şimdiki an derken geçmişten öğrendiklerimizi hiçe say demiyorum aslında, mindfulness tutumları tam tersi bize ihtiyaç dahilinde kaç-savaş-don mu olmalı, yoksa beynin ön loblarını kullanarak yani "düşünerek- analiz ederek" çözüm mü bulmalıyız sorunsalında bir farkındalık yaratır, ve bu iki mekanizma arasında hızlı geçişler yapmamızı sağlar. Velhasıl o gün bunu fark etmemle bedenimin sorumluluğunu ve bakımını aldım. Ertesi gün çok da iyi uyandım, şükürler eşliğinde. Bu sabah aynı acı biraz daha cılız haliyle yine ziyarete geldi beni. Sakindim... Ağır, yavaş, sakin... Sabah meditasyonumu minderimde yapamazdım, balkona geçtim. Sandalyeyi ayarladım. Ayaklarımı uzattım. Ayaklarımı uzatınca dik duramıyordum. Olsundu. O zaman gövdemi açardım, midem, akciğerlerim, gövdem büzüşmesindi, nefesim özgürce bedende yer bulsun istedim.  Sanırım konsantrasyonumu kolaylaştırmak içindi, bugün yönlendirmeli meditasyon yapmak istedim. Thich Nhat Hanh'dan... Aralıklı yönlendirme ve sessizlik... Bir yerinde "smile, even it's for your suffering" diyordu... Evet gülümse, ızdırabına bile... İstemsiz gülümseme yayıldı yüzüme, farklı bir düşünce deryasına daldım meditasyonum içinde. Ağrımla konuşuyordum. "Geldin, yine geldin. Ne zaman gideceksin bilmiyorum. Ama buradasın, benimlesin ama ben değilsin...." Sonrasında bu ağrının öğrettiklerini düşündüm, bedenimi duyumsama kapasitemi arttırdığını, bedenimle temas etmemi ve bedenime özen gösterme becerimi arttırdığını fark ettim... 30 dakika sonrasında ağrım hala vardı, benimle birlikte. Şimdi bu satırları yazarken uzanıyorum hala. Huzurla ve acımla... Demem o ki, mindfulness "şöyle oturun" demez... "Kendi bedeninizi ayarlayarak sizin için en uygun olan beden duruşunuzu keşfedin" der. Bu duruş koşullar değiştikçe değişebilir tam da sabah deneyimlediğim gibi. Önemli olan niyeti hatırlamak, bedeni zorlamadan mücadele etmeye maruz bırakmadan limitlerini nazikçe keşfetmesini desteklemek... Bu hem bedende böyle, hem zihinde. Zira zihinsel esneklik de popülerleşen ama nasıl olacağı muallak aktarılabilen bir kavram.... Farkındalıkla ve nezaketle... 

Eskişehir Web Tasarım