Kabul… başlı başına üzerine belki de saatlerce kelam edebileceğim; hatta yer yer kelimelerimin zihnimdekilere yetemeyeceği konulardan. Dile kolay; lakin içselleştirmesinin oldukça zorlayıcı olabileceğini düşündüğüm kavramlardan. Ve yine bilme halinden ziyade ancak deneyimleyen halin vücut buldurabileceklerinden…

Belki yazmaya kabullenme halinin ne olmadığından başlamalı… Kabullenme hali; ‘’tamam kabullen artık ben böyleyim, sen böylesin…vs’’ demek değil mesela… ya da ‘’iyi olacak, kötü olacak; hep böyle olacak’’ diyerek her şeyin/bir şeylerin nasıl olacağı ve nasıl devam edeceği ile ilgili ön kabuller de değil. Kabul etmek; düşünceler ve duygulara tutunarak bize sundukları kendi gerçekliklerini kabullenmek demek hiç değil, belki buyruklarını demek daha doğru… Fakat buyruklarını kabul etmek demek, buyrukların varlığını kabul etmekten biraz daha farklı sanki… bu ince çizgide yatıyor sanırım kabullenme halinin sunabileceği özgürlük kapısı…

Şey’leri oldukları gibi kabul etmek… her ne ise… o şey üzerine düşüncelerim ve duygularım olduğu gerçeğini kabul etmek… kabullenmiyorsam bile kabullenmeme halimi kabul etmek…. Bir şeyi kabul etmek için onu anlamamamız, onunla mutlu olmamız, ya da onu sevmemiz gerekli mi? Hiç sanmıyorum. Şey’ler her ne iseler; varsa vardırlar… bir deneyimin varlığını kendimize itiraf etmemiz ve o deneyimin varlığının kabulü ile yolumuza devam etmemiz; o deneyimin buyruğunu kabul etme halimden başka bir şey….

Böylesine bir kabul; beraberinde ‘’aynı döngü içinde çırpınan, çabalayan ve aynı döngüde kalan’’ yanımızı o döngüden salıverir. Bu vazgeçmek ve bırakmak demek değildir. Tam tersi var olan her ne ise onun varlığının kabulü ile ben nasıl devam edebilirim diyen yanımızı uyandırarak o şey ile ilgili aksiyona geçmemizi sağlar…

Evet ‘’zaman her şeyin ilacıdır’’ ancak bir ön koşulla; kabul edip olanla devam edebilirsek…

Eskişehir Web Tasarım